Beyin Yıkama 4
Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git

 

``Çek o pis ellerini düşüncelerimden" (4)

Kalem: Abartman

Yazı dizimizin sonlarına yaklaşıyoruz. İyiden iyiye teknik bilgi faslı başlıyor artık. Aman diyeyim bu teknikleri evde tek başınıza denemeye kalkmayın (he he!). Biraz sonra okuyacaklarınız özellikle din bayrağı açmış tarikat kisvesi altına gizlenmiş ``otorite kurma" örgütleri tarafından kullanılıyor fark edebileceğiniz gibi. Aslında ayırdına varmanız için elimizden geleni yapacağımızdan emin olabilirsiniz. Evet, kaldığımız yerden devam...

Bilincin Devre Dışı Bırakılması

Dönüşüm ilk olarak devreye sokulduğunda kültler, silahlı kuvvetler ya da benzeri gruplar, üyeleri arasında alaycılığa izin vermez. Üyeler komutlara uymak, istendiği biçimde davranmak zorundadır, aksi halde, örgüt denetimi açısından risk oluşturdukları düşünülür. Bunu sağlamak için üç aşamadan oluşan bilinci devre dışı bırakma süreci uygulanır.

Birinci aşama, UYANIKLIĞIN SİSTEMATİK AZALTIMI'dır. Denetleyiciler, gerçekle hayal arasındaki ayırımı güçleştirmek için sinir sisteminin bozulmasını sağlar. Bunu yapmanın değişik yolları var. Söz gelimi, YETERSİZ BESLENME bunlardan biridir. Tatlı ve kolalı yiyeceklere dikkat edilir ve sonuçta sinir sisteminin sarsılması sağlanır. Bunların en inceliklisi, kültler tarafından sıklıkla uygulanan RUHSAL PERHİZ, dinsel adıyla RİYAZAT'tır.. İnsanların sadece meyve ve sebzelerle beslenmesi sağlanır. Hububat, fındık-fıstık, sütlü besinler, beyaz ya da kırmızı et olmaksızın insanların kafaları boşalır. Dinsel arınma süreçlerinin en etkin yollarından biri olarak gösterilen riyazat, dine dayalı her türlü aktivitenin de vazgeçilmez unsurudur. Açın bir havas (duaların gizli etkileri) kitabı, göreceksiniz ki, hemen hemen her uygulamanın hazırlık süreci riyazattan geçmekte. Bir duanın hadimini mi elde etmek istiyorsunuz; riyazat, cin padişahı mı çağıracaksınız; riyazat, sevdiğinizin size bağlanması için büyü mü yapacaksınız; riyazat, Tanrının esma-i hüsna'daki (güzel isimler) sıfatlarıyla ruhunuzu mu zenginleştirmek istiyorsunuz; riyazat, vefk (sihirli kare-muska) mı yapacaksınız; riyazat. Bu liste böyle uzayıp gider. Ha, eğer bu dediklerimden bir şey anlamadıysanız demek ki elinize hiç havas kitabı geçmemiş. ``Bu yüzyılda böyle şeylere inananlar var mı?" diye soracak olursanız, derim ki, yolunuz Hacı Bayram Camii civarındaki kitabevlerine düşmemiş. Emin olun, Risale-i Nur'dan sonra en çok satan kitaplar bu tür eserlerdir. Kenz-ül Havas (Havas Hazinesi), Şems-ül Maarif (Büyük Bilgiler Güneşi), Gizli İlimler Hazinesi gibi kitaplar ve bunlardan türetilmiş küçük risaleler (broşür) ``yok" satıyorlar neredeyse... Satış istatistiklerinde hemen hiç yerleri olmasa da, gerçek inananların yüzü mutlaka ismini saydığım kitapların sayfalarına değmiştir. Neyse konuyu detaylandırmak, beyin yıkama çerçevesinde söylememiz gerekenleri aşar ve başka yazılarda söz edeceklerimize girer...

Uyanıklığı azaltmanın bir diğer yolu, kasıtlı olarak uzun çalışma saatleri ve yoğun bedensel etkinlikle birleşen UYKUSUZLUK'tur. Ayrıca yoğun biçimde maruz kalındığında, ilk deneyimler de aynı etkiyi yaratır.

İkinci aşama, PROGRAMLI KARMAŞA yaratılmasıdır. Birinci aşamada uyanıklığınız azalırken, zihinsel bir saldırıyla karşı karşıya kalırsınız. Bu da en iyi biçimde yeni bilgilerin sunulması, yoğun ders programları uygulanması, tartışma gruplarına katılınması, birebir tartışmalar yapılması ve denetleyicinin, kişileri sorularıyla boğması sonucu ortaya çıkar. Bilincin devre dışı bırakılması sürecinde gerçekle hayal sıklıkla birbirine karışır, sapkın bir düşünme biçimini benimseme olasılığı artar.

Üçüncü aşama, DÜŞÜNCELERİN DURDURULMASI'dır. Belleğin bulanıklaştırılmasına yönelik teknikler kullanılır. Bunlar başlangıçta sükunet hissi yaratan, bilinç düzeyinin değiştirilmesine dönük tekniklerdir. Sürekli kullanılmaları, yoğun mutluluk ve sevinç duyguları yaratır, halüsinasyonlara neden olur. Yeterince uzun bir süre kullanılması durumunda sonuç; bütün düşüncelerin durdurulması, denetleyiciler ya da onların istediği kişiler dışında herkesten uzaklaşılmasıdır. Artık kişinin istemi devre dışı bırakılmıştır, yönetim altına alma süreci tamamlanmıştır. Katılımcılara ya da üyelere bu teknikten gerçekten yararlanacaklarının söyleneceği de unutulmamalıdır. Bu teknikle ``şimdikinden çok daha iyi birer asker olacaklar" ya ``gerçek aydınlığı" ya da ``Tanrı'yı"  bulacaklardır".

Düşünceleri Durdurma Teknikleri

Bu amaçla kullanılan üç teknikten söz edilebilir. Bunlardan ilki, UYGUN ADIM YÜRÜMEK'tir. ``Uygun adım marş!"  Ayaklardan çıkan sesler, kendi kendine hipnoz durumunun ortaya çıkmasına neden olur ve kişileri telkinlere daha açık hale getirir. İkinci düşünce durdurma tekniği MEDİTASYON'dur. Meditasyona günde ortalama 1-1,5 saat ayırırsanız, bir kaç hafta sonra beta bilinç düzeyine geri dönme şansınız azalır. Bunu kendi kendinize yapıyorsanız, kötü bir şey yapıyorsunuz diyemem. Yararlı sonuçlar almanız mümkündür. Ancak aklınızı bulandırdığınız kesin... Meditasyon yapan kişilerin EEG'leri üzerinde yapılan bir çalışmada, meditasyon yapılması ölçüsünde beyin dalgalarının düzleştiği, aşırı uygulanması ya da bilinci devre dışı bırakma teknikleriyle kullanılması durumunda da artık düşünemez hale gelindiği gibi  hayli etkileyici bulgular elde edildi. Kimi gruplar, bunun nirvanaya ulaşmak olduğuna inanır ki nirvana da boktan bir şeydir. Bu, yordanabilir nitelikler taşıyan fizyolojik bir sonuçtur. Cennet, düşünmemekle ya da yaşamdan soyutlanmakla bulunacaksa, neden bu dünyada olduğumuzu sorgulamamız gerekli. Üçüncü düşünce durdurma tekniği, özellikle meditasyon yaparken ŞARKI SÖYLEMEK'tir. Gizemli konuşmalar yapılması da aynı etkiyi yaratır.

Yeri gelmişken, geçen sayıda sözünü ettiğim sürprizi yumurtlayalım. Şimdi derin bir soluk alıp arkanıza yaslanın ve yazı dizimiz boyunca şu ana kadar anlatılanları kafanızda şöyle bir toparladıktan sonra İsmet Zeki Eyuboğlu'nun, ``İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar, Nakşibendilik" isimli çalışmasından derlediğim bölümü okuyun.

Nakşibendilikte Beyin Yıkama

Muhammed Bahaeddin Nakşibendi tarafından kurulmuş, Osmanlı Ülkesinde Şeyh İlahi Nakşibendi eliyle yayılmış, isimlerden de anlaşılabileceği gibi Nakşibendi tarikatının beyin yıkama tekniklerini nasıl kullandığından söz edelim biraz.

Önce, Şeyh Said ayaklanmasında, gözünü budaktan, canını bıçaktan sakınmayan başkaldıranları düşünelim. Anadolu'da, bilinen ayaklanmaların neredeyse hepsinde Nakşibendi parmağı olduğunu, hepsinin de bir şeyhin kışkırtmalarıyla başladığını hatırlayalım.

Karizmatik Lider; Şeyh: Nakşibendilikte şeyh, kul ile Tanrı arasında görevli, olgun, etkin, Tanrısal gizemlerle donatılmış, bütün yaşamı boyunca Tanrı ile düşsel birlik içinde bulunan, sözleri-buyrukları tartışılmayan, dediği dedik, buyurduğu gerçek, yalnızca Tanrıya karşı sorumlu kimsedir. Tanrıdan sonra tek gerçek, tek kılavuz, tek kutsal varlık şeyhtir. Hangi koşullar altında olursa olsun, şeyhin buyruğu kesinlikle yerine getirilmelidir.

Peki, Şeyhin bu otoritesi nasıl sağlanıyor dersiniz?! Hiç kuşkunuz olmasın! Düşüncenin durdurulması yöntemleriyle elbette.

Nasıl oluyor da oluyor?

Nakşilerin birbirlerine karşı yalan söylemeleri, tanıklık etmeleri yasaktır. Bir kötülük söz konusu olduğunda, olayı gören, bilen, yaşayan Nakşi, diğeri için tanıklık edemez. Bu durum, Nakşiler arasında gizli tutulan, en sıkışık, güç durumda bile başkalarına söylenmeyen bir and ile sağlanır. Derviş, gerekli eğitimi görüp yetki alacağı sırada, şeyhin önüne çıkarılır, diz çöker, önce iki elini göğsünün üzerine getirir, üç kez Tanrının adını anar, sonra eğilir, şeyh sağ elini dervişe uzatır, derviş, şeyhin avucunun içini öper. Şeyh, andın sözcüklerini seslendirirken Derviş yineler.

"Yaşadığım sürece şeyhe (Pir de denir) bağlı kalacağıma, Nakşibendilik dışında başka bir topluluğa girmeyeceğime, Nakşiliğin gerekli görmediği, beğenmediği, önermediği işlerle, konularla ilgilenmeyeceğime; her türlü yenilik, dinsizlik, Nakşibendilikten gelmeyen davranışlara, uygulamalara, Cuma namazı kılmayan, kıldırmayan devlet adamlarına, yönetimlere karşı çıkacağıma; Kuran'dan başka kitap, şeyhimden başka mürşit, Allah'tan başka yaratan, İslam'dan ayrı iman tanımayacağıma; Nakşibendilik uğrunda, hangi koşullar altında olursa olsun canımı vermekten kaçınmayacağıma, Allah'ı şahit göstererek and içerim (kasem ederim), şahit ol yarabbi, şahit ol yarabbi, amin, sadakallahinazim."

Bu and, daha da uzar, içine istenmeyen, dinsiz, din düşmanı kimselerin adı da katılır. Sözcükler birebir böyle olmasa da yaklaşık bu anlamı içerirler. Burada, önemli olan, andın içinde yaşanan zamanla, zamanın olaylarıyla bağlantılı olmasıdır. Tarikat, çatısı altında bulunanları bu and ile kendisine esir eder, ayrılmanın ilerde sakıncalı durum yaratabileceğini hatırlatarak gözdağı verir. Cumhuriyet dönemi öncesinde böyle bir and bulunmayışını hatırlamakta da sayısız yarar olduğu kanısındayım!

Nakşiler, beyin yıkama programlarını uyanıklığın azaltımı, bilincin devre dışı bırakılması ve düşüncenin durdurulması ilkelerine dayalı beden kimyasını değiştirme yöntemlerini uygulatarak gerçekleştirir. Yetersiz beslenme (oruç-riyazat), meditasyon (zikir), az uyuma gibi bedeni yoran, beynin alfa düzeyinde kalmasına veya bu düzeye çabucak geçmesine yarayan etkinliklere yönlendirirler üyelerini.

Gerçek bir Nakşi, hep ibadet içindedir, onun yirmidört saati bir ibadet alanıdır. Bu nedenle, kişi, "saim-i daim"dir. Tanrı'yı dilinden düşürmeyendir. Nakşibendiliğin temel kurallarından biri de zikir denen Tanrı adlarını anmaktır. Bu, sesli, sessiz olmak üzere iki türlüdür. Seslisi toplu, ya da bireysel olarak Tanrı adlarını yüksek sesle okumayı, söylemeyi gerektirir. Sessiz olanı ise, gönülden geçirme (içe kapanış) yoluyladır. İslam dinine göre, Tanrının doksandokuz adı vardır (esma-i hüsna). Sesli zikir, (anış) bu adlardan birini toplu olarak birlikte söylemek, sağa sola salınmaktır. Nakşibendiliğe göre, bu adları anmakla insanın gönlü arınır, bütün gelip geçici dünya isteklerinden duygusal eğilimlerden arınır. Olgunlaşmanın, ``İnsan'ı Kamil" olmanın başlıca yöntemi budur.

Öyle ki, bir Nakşibendi için, tapımın (ibadetin) belli bir evresi dahi yoktur. Tüm Nakşiler, sürekli, kesintisiz, süreye bağlı olmayan bir "ibadet içinde"dirler. Uyurken bile, soluk alış verişlerde "Allah" demek gereklidir. Bu eyleme önce "Al-lah" diye başlanır, alışılır, bu alışkanlık insanda sürekli bir gövde eğitimi olur. Böylece uyuyan bir kimsenin soluk alışından Nakşi olup olmadığının bile anlaşılabileceğine inanırlar.

İslam'ın koşullarından oruç da bu tarikat bünyesinde riyazat (canlı ve canlılardan elde edilen besinlerin yenilmemesi) ile birleştirilerek beden kimyasının değiştirilip, düşünme yetisinin sınırlandırılması amacına hizmet eder biçimde kullanılır. Nakşibendilikte oruç, yalnız Ramazan ayının otuz günü ile sınırlanmış değildir. Oruç, kişinin nefsini denetim altına almasıdır. Bu nedenle Nakşiler yılın, kendilerince uygun gördükleri günlerde oruca girerler. Tüm bu zikir (meditasyon) ve riyazat ile birleştirilmiş oruç süreci,  algılamayı değiştirir.  Bu normal dışı algılama, verilen öğreti ile birleştiğinde, tarikat üyesi kendinde birtakım olağanüstülükler olduğu sanrısına kapılır, doğaüstü deneyimler yaşadığına inanmaya başlar. Sonuç olarak her şey Şeyhin kerametine bağlanır.

Tüm bunların ötesinde, Nakşibendilikte biricik, en geçerli eğitimin, tarikatın ilkelerini öğrenmek, şeyhin gösterdiği yolda gitmek, İslam'ın koşullarını, şeriatın uygulamalarını yerine getirmek, ibadet sayılan, ona bağlanan tüm eylemleri sürdürmek olduğunu da belirtelim. Bunun dışında bir eğitim yoktur, sapıklıktır. Kimi Nakşibendi şeyhlerine göre, radyo, telefon, televizyon, sinema gibi kuruluşlardan uzak kalmak, onları eve sokmamak inancın koşulları arasındadır. Eğitimin amacı, kişiyi Tanrıya bağlamak, şeyhle Tanrı arasında sürdürülen gizli bağlantıyı düşünmeden, eksiksiz bir bağlılık içinde kalmaktır. Yolda giderken hep öne bakmalı, gizlice Tanrının adlarını anmalı, Tanrı adını anmadan bir nesneye dokunmamalıdır.  Acıktır ki, müridin dış dünyadan izole edilmesi amacına yöneliktir bu öğretiler. Böylelikle, kendisini uyarabilecek, dışarıda süren yaşamın gerçeğini gösterebilecek, yaşanılanları doğru değerlendirebilmesine yardımcı olacak bilgi kaynaklarıyla ilgisi kesilir müridin.  Dönüşüm tamamlanmış ve yaşamı, gücü, düşüncesi, her şeyi Şeyhin malı olmuştur artık.

 

İşte böyle...

Gerçek İnananlar ve Kitlesel Hareketler

Bu bölüme nokta koymadan önce, dönüşüme en açık kişilerden ve kitlesel hareketlerden de söz edelim. Eric Hoffer'ın deyimiyle nüfusun en az üçte biri, ``gerçek inananlar". Bunlar gerçek katılımcılar ve izleyicilerdir. Sahip oldukları gücü terk etmek isteyen kişilerdir. Tüm arayışları kendilerinin dışındadır: yanıtlar, anlamlar, aydınlanma... Kitlesel hareketler konusunda bir klasik olan GERÇEK İNANANLAR adlı kitabın yazarı Hoffer, ``Gerçek inananlar üstün bir benliğe ulaşmak niyetinde olanlar değil, istemedikleri, kabullenemedikleri benliklerinden kurtulmaya çalışan kişilerdir. İzleyici olmalarının nedeni, kendilerini geliştirme arzusu değildir. İzleyicidirler, çünkü izleyici olmak, kendinden vazgeçme tutkularını doyurmaktadır" diyor. Hoffer ayrıca gerçek inananların ebedi anlamda eksik ve güvenden yoksun kişiler olduklarını söylüyor.

Aramamız gereken tek şey, kendi içimizdeki GERÇEK BENLİĞİMİZ. Bulabileceğimiz yanıtlar sadece orada, kendi içimizde. Maneviyatın temeli kendimize karşı sorumlu hissetmek ve kendini gerçekleştirmek. Ancak, gerçek inananların çoğu bu düşüncelerin ruhani bir yanı olmadığını söyler ve kendilerine dogmatik yaklaşacak, ne istediklerini onlara söyleyecek birilerini aramaya koyulur. Bu insanların yaratabileceği potansiyel tehlikeleri asla küçümsemeyin. Bu insanlar, liderleri için ölümü bile göze alarak zevkle çalışabilecek fanatiklerin ağlarına kolaylıkla düşebilir. Kendi içlerinde kaybettikleri yazgılarının yerine koyabilecekleri yepyeni bir umuttur bu onlar için. Gerçek inananlar genellikle, ya zihinsel olarak dengesiz, ya güvensiz, ya  umudu ya da arkadaşı olmayan kişilerdir. İnsanlar sevgi değil, nefret hissettiklerinde ya da belli saplantılara kapıldıklarında bir şeylere, birilerine bağlanma gereksinimi duyar. Yeni bir yaşam ve düzen kurmak isteyenler, yeni yaşamlarını kurabilmek için eskisinin tamamıyla silinmesi, yok edilmesi gerektiğine inanır. Bütün kültler onlardan oluşur. Onları politikada, tapınaklarda, iş dünyasında ve değişik sosyal gruplarda görebiliriz.

Kitle hareketlerinde genelde karizmatik bir lider başı çeker. İzleyicileri, gerektiğinde insanları kendi görüşlerini benimsemeye zorlayan yasalar çıkararak kendi yaşam biçimlerine dönüştürmeyi ya da onlara yeni bir yaşam biçimi empoze etmeyi ister. Bu, silah gücüyle ya da ceza yöntemleriyle yasayı uygulamak anlamına gelir.

Kitle hareketlerinin başarısı için kinin, nefretin, ortak bir düşmanın varlığına ya da şeytana gereksinim vardır. Dinlerin şeytanları vardır, ancak bu yeterli değildir. Devrimlerde şeytan genellikle egemen güç ya da aristokrasidir. Ancak yakından bakıldığında, şeytan dediklerinin kendi eğitimlerinden geçmeyen herhangi biri ya da herkes olabileceği görülür.

İkna Teknikleri

İkna, teknik anlamda beyin yıkamak değildir. İkna, insan zihninin, düşüncelerindeki değişikliklerin nedenini anlayamadan bir başka kişi tarafından maniple edilmesidir. Günümüzde kullanılan binlerce teknik olsa da, ancak bir kaçına temel nitelikleriyle değinecek yerimiz var. İknanın temeli, her zaman SAĞ BEYİNE erişmektir. Beyninizin sol yarısı rasyonel ve analitiktir, sağ yanı ise yaratıcı ve imgesel. Bu aslında hayli basite indirgenmiş bir ifade oldu ya neyse... İşlem, beynin sol yarısının sürekli meşgul edilmesine dayanır. İkna eden kişi gözler açık haldeyken beta bilinç düzeyinden alfa bilinç düzeyine geçmenizi sağlayan farklı bir  düzey yaratır. Bu durum EEG ile kolayca ölçülebilir. Öncelikle, sol beyin yarısının nasıl devre dışı bırakıldığını gösteren bir örnek verelim. Avukatlar ``ipi sıkmak" olarak niteledikleri bu güçlü tekniklerin pek çok çeşidini sıklıkla, politikacılar ise hemen her zaman kullanır. Kısa bir süre için bir politikacının konuşmasını izlediğinizi düşünün. Politikacı ilk olarak EVETLER SERİSİ olarak adlandırılan bir durum yaratır. Bunlar, dinleyicilerin kaçınılmaz olarak onaylayacağı türden ifadelerdir. Sonra SU GÖTÜRMEZ GERÇEKLER aşaması devreye girer. Bunlar genelde üzerinde tartışılabilecek gerçekler olsa da, politikacı dinleyicide onaylama davranışını gördükten sonra şans artık ondan yanadır, çünkü dinleyici kendisi için düşünmeyi ve onaylamayı sürdürecektir. Son olarak TELKİN devreye girer. İşte bu, politikacının sizden yapmanızı istediği şeydir ve onaylar konumda olmanız dolayısıyla, verilen telkini kabullenmeye ikna olmuş durumdasınızdır.

Yapılan politik konuşmaları dikkatle dinlerseniz, ilk üçünün ``evetler serisi", sonraki üçünün ``su götürmez gerçekler" ve sonuncusunun da ``telkin" olduğunu göreceksiniz. ``Yüksek fiyatlarından, benzin fiyatlarının astronomik bir hızla yükselmesinden şikayetçi misiniz? Kontrolden çıkmış yüksek enflasyon oranları sizi hasta mı ediyor? Çok iyi biliyorsunuz ki, Bizim Parti döneminde enflasyon %18 oranında düştü, suç oranları 12 ay içinde %30 azaldı ve maaşınıza %50 zam yaptık. Evet... Tüm bu problemlerin çözümü, bizi tekrar iktidara getirmektir." Benzeri sözleri daha önce işitmişsinizdir. Ancak, Gizli Komut olarak adlandırılan şeye de dikkat etmelisiniz. Bir örnek: Hitap sırasında konuşmacı sol eliyle bir jest yapar. Araştırmalar bu jestlerin sağ beyninize erişimi olanaklı kıldığını göstermektedir. Günümüzün medya yönelimli politikacı ve hatipleri, kendi adaylarının seçilmesini sağlamak amacıyla sizleri yönlendirmek için, eski ya da yeni, varolan her türden numaraları çok iyi bilirler. Politikacıların Nöro-linguistik (Beyin-Dil etkileşimine dayalı) kavram ve teknikleri kullandığı gerçeği öylesine dikkatle gizleniyor ki, bunlar hakkında kamuoyu önünde konuşmak, hatta yazılı materyaller hazırlamak caydırıcı yasal önlemlerle sonuçlanabilir. Öte yandan, nöro-linguistik eğitim zaman ayırabilecek ve ücreti ödeyebilecek herkese açıktır. Bu, karşılaşılabilecek en fark edilmez ve en güçlü manipülasyon yöntemidir. Nöro-linguistik konusunda yapılan bir seminere katılacak olursanız diğer kişilerin büyük çoğunluğunun devlet görevlisi olduğunu gördüğünüzde şaşırmayın.

Hakkında pek fazla bilgimiz olmayan kaypak bir diğer teknik de, SERPİŞTİRME TEKNİĞİ. Bunun gerisinde yatan fikir, sözcüklerden yararlanarak tek bir şey söylemek, ancak bunu yaparken izleyici ya da dinleyicinin zihninde, çoğunlukla da bilinçaltında bambaşka bir izlenim yaratmaktır. Buna ilişkin bir örnek vereyim sizlere... Bir TV yorumcusunun şunları söylediğini düşünün: ``Filanca Milletvekili, yerel yetkililerin tarikatları besleyen şirketlerin yaptığı aptalca hataları gizlemesine yardımcı oluyor." Bu, gerçeği ifade eden bir tümce gibi gelmektedir. Ancak konuşmacı, doğru sözcüğü vurgularsa ve özellikle de anahtar sözcüğü söylerken gereken el hareketlerini yaparsa, Filanca Milletvekilinin bir aptal olduğuna ilişkin bilinçaltı izlenimlerinizle başbaşa kalabilirsiniz. İşte bu, söylenen şeyin gizli hedefidir ve konuşmacı hiçbir şeyin hesabının vermek durumunda değildir.

İkna teknikleri etkin biçimde daha küçük ölçekte de sıklıkla kullanılır. Sigortacı, anlattığı şeyi gözünüzde canlandırabilmenizi sağlamak için sesini nasıl kullanması gerektiğini bilir. Bu, sağ beyin iletişimidir. Söz gelimi, konuşması sırasında duraklayabilir, oturma odanızı gözleriyle süzerek şunları söyleyebilir: ``Bu güzel evin yanarak yerle bir olduğunu düşünebilir misiniz?" Elbette düşünürsünüz! Bu sizin en bildik bilinçaltı korkularınızdan biridir ve adam bunu gözünüzün önüne getirmenizi istediğinde, sigorta poliçesini imzalayacak kadar maniple edilmiş olursunuz.

Her yerde görebileceğiniz dilenciler de sol beyni devre dışı bırakmak ve doğrudan sağ beyinle iletişim kurmak için ŞOK ve KARMAŞA teknikleri kullanır. Bir otobüs terminalinde az sonra kalkacak aracınıza binmek üzereyken yakanıza yapışan bir dilenciden kurtulmaya çalıştığınızı düşünün. İnsanların önüne aniden fırlama tekniğini kullanırlar genellikle. Başlangıçta yüksek olan sesleri, sonradan elindeki çikleti veya selpakı almanızı ve bunun karşılığında para vermenizi istediğinde, giderek alçalır. İnsanlar birisi çok fazla yakına geldiğinde ve bu durum çok hızlı bir şekilde olduğunda, sarsıntı yaşar ve genelde geri çekilir. Bu örnekte, dilencinin tuhaf, zavallı görünümü, ani para istemi ve yüksek sesi bizi sarsar. Diğer bir deyişle güvenlik için alfa bilinç düzeyine geçeriz, çünkü önümüzde duran gerçekle yüzleşmek istemeyiz. Alfa bilinç düzeyinde telkinlere hayli açık olduğumuzdan ``satın al" telkinine karşılık verir; satılanı aldığımızda suçlu hisseder, ama sonuçta ``para ver" telkinine uymuş oluruz. Aslında her birimiz, birileri bize bir şeyler verdiğinde, bunun karşılığını ödememiz gerektiğine koşullanmışızdır. Bu örnekte verilmesi gereken karşılık paraydı. Kırmızı ışıkta durduğunuz anda,  camınızı silmek veya elinde günler önce solmuş bayat çiçekleri satmak için arabanıza yanaşan çocukları düşünün. Hele bir de yanınızda bir bayan varsa...

Bu dilencileri izlerseniz, durdurduğu çoğu kişinin alfa bilinç düzeyine geçtiğini gösteren açık işaretler görme şansınız olur: Söz gelimi, göz bebeklerinin büyümüşlüğünü gözlemleyebilirsiniz.

Artık finale yaklaşıyoruz. Gelecek sayıda, size bilinçaltı programlama çerçevesinde bilim kurgu filmlerini andıran gelişmelerden söz ederek görsel ve işitsel algılamaya yönelik teknolojik yöntemleri kullanıp bilinçaltı mesajların nasıl iletilebildiğini açıklamaya çalışacağız. ELF'ler (Çok Düşük Frekans Dalgaları), Nörofon'lar,  sinema ve tv ekranlarına yansıyan ekstra görüntü kareleri, işitme eşiğimizin sınırlarında gezinen komutlar gelecek sayımızın konuları içerisinde.

Kalın sağlıcakla. Sağ kalın!

 

Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git