Bir Ademdeniz Amma!
Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git

``Hepimiz Bir Ademdeniz Amma!"

Kalem: Sufi

İnsanları renklerine, boylarına, poslarına, kafatası şekillerine göre ayırmak Batılı bilimadamlarının eseridir. Dikkatlice düşünecek olursak dünya tarihini de yine Batılılar yani kendi deyimleriyle ``Ari ırk"tan beyazlar yazmıştır.

İnsanları ve onların oluşturdukları topluluk ve kültürleri ırkçı bir düşünceyle bir  takım gruplara bölmek önceleri işlerine gelmiştir. Fakat bir yere kadar. Sıra kendi köklerini araştırmaya geldiğinde ilk çuvallamalar başlamıştır.

Batılı antropologlar insanları üç grupta toplar:

1- EUROPID (Beyaz-Avrupalı)

2- MONGOLID (Sarı-Asyalı)

3- NEGRID (Kara-Afrikalı)

Bunun yanında kafataslarına bakarak BRAKISEFAL (Kısa kafalı) ve DOLIKOSEFAL (Uzun kafalı) olarak da ayırıma giderler.

İnsanları mutlaka bir grup içine alıp sınıflayacaksak incelememiz gereken kafatasları değil, konuştukları dilleri ve daha sonra düşüncelerini döktükleri yazılarıdır.

Bu noktada Avrupalılar kendilerini Hint-Avrupai  (İndo-Germen, İndo-Arian, Ari ırk) grubuna sokarlar. Bunu keşfetmeleri de 18.yy sonlarında Sanskritçeyi farketmeleriyle başlar.

Geçen yazımdan hatırlayacağınız gibi, Avrupalıların ataları olan Teuton kabileleri yine Batılı tarihçilere göre Hint-Avrupai idi ve Asya bozkırlarından çıkıp gelmişlerdi. Peki bu nasıl oluyordu? Asya'da yaşayan uluslar Mongolid ise bu Ari ırkın kökeni nasıl Asya olurdu?

Yazımı YER6'na gönderdikten sonra düzenli olarak izlediğim BİLİM ve ÜTOPYA dergisinde arkeolog Ahmet Uhri'nin ``Kim bu Hint-Avrupalılar?" başlıklı yazısına rastladım ve keyifle okudum. Ahmet Uhri de ``1786 yılında Kalküta'daki İngiliz yargıç Jones'un Sanskritceyi farketmesinin aynı zamanda bu dilin Batı dilleriyle akrabalığının fark edilmesi" olduğunu yazıyor.

Demek ki yakın sayılabilecek bu tarihe gelinceye kadar Batılılar kendi kendilerine ``Tamam biz EUROPID beyaz Avrupalıyız amma, nereden geldik nereye gideriz, kuş muyuz yoksa deve miyiz?" diye soruyorlardı.

Yine Ahmet Uhri ``ŞAK" diye hazıra konan Avrupalılar'a ``Avrupa nire Hindistan nire?" anlamında şöyle sesleniyor:

``Hint-Avrupa kavramını ve bir Hint-Avrupalı insanın kim olduğunu tanımlamak günümüz koşullarında oldukça güçtür. Çünkü sadece Hint-Avrupai dil ailesine giren bir dil konuşan herhangi bir insanı Hint-Avrupai olarak nitelemek  büyük yanılgılara neden olabilir. Örneğin, resmi dili İngilizce olan Nijerya'daki bir Afrikalı ya da Fransızca konuşan bir Cezayirli veya artık İngilizce ve İspanyolca'dan başka dil bilmeyen bir Navajo veya İnka'nın ya da dilleri unutturulmaya çalışılmış Chipas'taki bir Maya'nın Hint-Avrupalılığı tartışılır ki, onlar da zaten böyle bir iddia peşinde değillerdir."

Bu duruma, kendilerini zeki ve herkesten akıllı bilen Avrupalı dil bilimciler şöyle bir çözüm bulmuşlar: Öncelikle Hint-Avrupai tanımını daraltarak günümüzde (Anadolu da dahil) Avrasya'da konuşulan veya eskiden konuşulmuş olup da bugün ``ölü dil" olarak tanımlanan dilleri bu dil grubu içine sokmuşlardır. Ayrıca bu gruba Güney Afrika'da konuşulan ve Hollanda dilinden türemiş ``Afrikans" ve İbrani  alfabesi ile yazılan bir Almanca diyalekti olan ``Yiddiş" ile Haiti'de kullanılan Fransızca'dan türeme ``Kreol" dilini de almışlardır.

Tamam dil konusunu böyle hallettin diyelim peki bu Hint-Avrupalılar'ın vatanı neresidir? Bu anayurttan ne zaman ve ne sebeple göç etmişlerdir? Bunu aydınlatacak olan da arkeolojik buluntulardır. Ahmet Uhri şöyle diyor: "…Ancak ortada ortak dilbilimsel niteliklerle arkeolojik kültürler arasında kurulacak olan bağın gerçekten sağlıklı olup olmayacağı gibi bir  sorun vardır. Çünkü zaman zaman kurulan bağın, çeşitli ideolojilerce kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmış olması gibi durumlar da söz konusu olmuştur. Örneğin 1911 yılında Alman arkeolog Gustav Kossina'nın ortaya attığı (ve o zaman ki kazılar ışığında doğru sayılabilecek) Kuzey Avrupa Bağ Damgalı Eşya Kültürü'nün (Savaş Baltası Kültürü) yayılım alanının, aynı zamanda Hint-Avrupalılar'ın kökeni olan halkın da yayılım alanı olduğunu belirten ve Nazilerce kendi düşünceleri doğrultusunda (örneğin bayraklarında)* kullanılan görüşte olduğu gibi"

Gerçekten de Naziler, aşırı milliyetçi bir görüşle ``Arian" dedikleri Kuzey Avrupa ırkının öteki ırklardan üstün olduğunu söylüyorlar, bu ırkın nereden geldiği sorusuna yanıt aramayı çıkarlarına ve görüşlerine uygun bulmuyorlardı. İşte yukarıda söz ettiğim çuvallamalar böylece başlıyordu.

Başka bir grup dilbilimci, arkeolog ve antropolog ise sorunun yanıtını ``Kurgan Kültürü" adı verilen bir kuramda aramaya başladılar. Bu kuram Litvanya asıllı Amerikan arkeolog Marija Gimbutas tarafından geliştirilmiştir. Adını ise Güney Rusya bozkırlarında (Batılı tarihçilere göre Türklerin anavatanı) rastlanan bir ölü gömme biçiminden almaktadır. Kurgan ÖZTÜRKÇE bir kelimedir. Anlamı, taşları üst üste koyarak kurulu hale getirme, kale demektir. Neolitik çağdan başlayarak, doğuda Ural ve Altay, güneyde Kafkas Dağları sınır olmak üzere Karadeniz'in kuzeyine yayılan, zaman zaman Avrupa içlerine ve Ege'ye kadar etki yaptığı ileri sürülen ve sayıları onbinleri bulan mezar tepeleriyle tanınan bir bozkır kültürü. Ve bu kültürün çekirdeği olan Donetz Havzası da Hint-Avrupalıların anayurdu. Bu görüşe göre, Ari ırkın dilleri Hintliler'e, anavatanı ve kültürleri ise Proto-Türkler'e aittir. Yani yine onların bulgularına ve tanımlamalarına dayanarak Avrupalılar'a rahatlıkla ``devekuşu" diyebiliriz.

İddiaları bununla da kalmıyor, pek kolayca kabullendikleri ``Kurgan Kültürü"ne dayanarak şunu da söylüyorlar: ``…Doğu ve Orta Avrupa Tunç ve Demir Çağı kültürlerinin oluşmasında belirleyici bir rol oynadığı ileri sürülen bu görüşe göre, Anadolu'da rastlanan tümülüslerin kökeni de Kurganlardır." KURGAN'ın Öztürkçe bir sözcük olduğunu söylemiştik. Öyleyse Anadolu tarih öncesi çağlardan bu yana Türklerin anavatanıdır. Bu durumu dolaylı yollardan itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Biz bunu zaten biliyoruz da Avrupalılar hâlâ kendi anavatanlarını bulamadılar. Ahmet Uhri bu konuda şöyle yazıyor: ``…Bu kültüre Kurgan Kültürü denmesinin nedeni, bütün arkeolojik buluntuların sadece mezarlardan ele geçmesidir. Herhangi bir yerleşim yerinin şimdiye kadar bulunamamış olması bu kültürü oluşturanların göçebe olabileceklerini akla getirmektedir."

İşte şimdi olmadı! Avrupalıların ataları hiç göçebe olur mu? Onlara kalsa atalarını modern metropollere, onlarca katlı gökdelenlere yerleştirecekler. Hemencecik bu kuramdan da vazgeçip 1980'li yıllarda bir yenisini geliştirdiler. Bu yeni kurama göre ise Hint-Avrupalıların ataları göçebe değil ilk çiftçi topluluklardır ve Neolitik devrimi gerçekleştirmişlerdir.

İşte bu güzel oldu! Eh tabii ya ``devrim mevrim"bir şey yapsınlar artık. Yakışır abilerime. Şimdi bunlara güzel bir anavatan da bulalım. Şöyle sulak, ormanlık, börtü-böcek, kuşlar, ağaçlar, yeşil panjurlu, kırmızı kiremitli evler, güzel ve sağlıklı çocuklar falan filan… Neresi olsun, neresi olsun? Hah tamam. Hint-Avrupa anayurdu Ön Kafkasya'dan, Yukarı Mezopotamya'ya kadar uzanan bölge yani Anadolu toprakları!! Nasıl beğendiniz mi? İdare edin artık. ``Orta Asya" dedik, ``Olmaz! Orada Mongol Türkler var" dediniz. ``Karadeniz'in kuzeyi, Doğu ve Kuzey Avrupa olsun" dedik, "Cık! Orada adı barbara, yamyama çıkmış Germen, Vandal kabileler var" dediniz. Halbuki size en yakın, huyu-suyu size en uygun bölge burasıydı. Bu yüzyılda bile önce Yahudileri ve Çingeneleri sonra da Boşnak ve Kosovalıları katletmediniz mi? Lütfen Anadolu'yu kabul edin artık. Bakın burada ilk uygarlıklar kuruldu, yazı bulundu, dinler burada ortaya çıktı; Gerçi dilleri, yazı ve kültürleri size uymuyor ama tarihçileriniz, bilim adamalarınız bir şeyler yapsın artık! Hah bir de bol miktarda petrol var.

Bu iddiayı 1984 yılında ortaya atan Gamkrelidze ve V.V. Ivanov adlı bilimadamlarıdır. "Hint-Avrupa dili ve Hint-Avrupalılar" isimli kitaplarında ``Anavatan Anadolu" kuramını öne sürmüşlerdir. Buna göre M.Ö. 5000-4000'li yıllara kadar giden Halaf ve Çatalhöyük kalıntılarının Hint-Avrupalılar'ın çekirdeğini oluşturduğunu ileri sürmektedirler. Yani Konya Ovası'ndan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Mezopotamya'ya kadar olan bölge Hint-Avrupalılar'ın anavatanıdır. Bir Alman Hititolog Albrecht Götze ne demişti? ``Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititlerle başlar."

Anadolu'yu çok beğenmiş olacaklar ki peşpeşe yayınladıkları araştırmalar ve kitaplarla ``Verimli Hilal" denilen, Doğu Akdeniz kıyılarından başlayıp, kuzeyde Güneydoğu Anadolu bölgesine uzanan, oradan da Kuzey Irak üzerinden Basra Körfezi kıyılarına inen yaklaşık hilal biçimli bölgenin kuzey kısımlarında, yani bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yerleşmiş olan ilk çiftçilerin Hint-Avrupa dillerinin ilk biçimini konuştuklarını öne sürmektedirler. Proto Hint-Avrupa dili olarak adlandırdıkları bu ilk dilin, içinde tarım ile ilgili terminolojiyi barındırdığını ve tarım devriminin erken bir aşamasına süre olarak katılmış olan nispeten küçük grupların dili olduğunu söylemektedirler.

Söylediklerinden anladığımız kadarıyla (zira biz Ari ırktan değiliz ve bu konuları anlamayız) o devirlerde yani M.Ö. 5000-4000 yıllarında dünyada Hint-Avrupalılar'dan başka bir ulus ve onların konuştuğu dilden başka bir dil yoktu. Zaten Adem ve Havva da Ari ırktandı.

Bu iddiayı 1990'lı yıllarda daha geriye M.Ö. 7000-6000'e çekmişler, anayurdu ise daha geniş bir alana bütün ``Verimli Hilal"e yaymışlardır. (Bkz. ``Eski Ortadoğu'da Çevre ve  Etnik Yapı", Pavel Dolukhanov, İmge Yayınları, 1998)

Yazısının son bölümünde Ahmet Uhri şöyle diyor : ``Aydınlanma Felsefesi ile ivme kazanan kimlik arayışlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan arkeolojik ve dilbilimsel çalışmalar, Hint-Avrupalılar'ın atalarının da göçebe değil yerleşik ve Neolitik Devrimi gerçekleştiren halklardan biri oldukları varsayımına ulaşmıştır. Bütün bunlardan benim vardığım sonuç ise; günümüzde hemen hiçbir topluluğun geçmişlerini göçebe atalara dayamak istememeleridir. Her topluluğa göre göçebe olan ötekidir. Ya da kendileri göçebe değil göçmendir. Her topluluk, insanoğlunun dünyadaki gelişimi sırasında yapılmış olan bütün ilerici hareketlerde, kültürel devrimlerde yer almış olduğunu savlamakta, günümüz uygarlığının temellerinde kendilerinden de bir şeyler olduğunu, kendilerinin bu konuda diğerlerinden aşağı olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır."

Burada bence biz Türkleri ayrı tutmak gerekiyor. Zira Türkler, bırakın göçebe olmadıklarını ispatlamayı kendi kurdukları devletlere dahi sahip çıkamamışlar, uygarlıklarını ve kültürlerini başka devletlere kaptırmışlardır. Bu konudan ayrıntılı olarak ``Tarihimize Sahip Çıkmak Ya Da Ya İstiklal Ya Ölüm" başlıklı yazımda bahsetmiştim. Ayrıca Sayın Uhri'nin yazısının son bölümünde üzerinde durduğu konunun benzerini bir yazımda şöyle belirtmiştim: ``Her şeyin en güzeli, en medenisi, en kültürlüsü onlara, beğenmediğini Asya'ya postala."

Ahmet Uhri yazısını şu soruyla bitirmiş: ``Sahi Kim bu Hint-Avrupalılar?"

Artık bir karara varsalar da biz de öğrensek…

Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git