Mevlana
Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git

Mevlânâ'nın Tanrı Kubbeleri

Kalem: Abartman

Yıllar önce, Erich von Daniken kitaplarının kapış kapış satıldığı günlerde, bu zatın yoluna salik olup, dünyaya ve evrene ilişkin alternatif bir bakış edinmeye çalışanlar arasına biz de katıldığımızda Tanrıların Arabaları, Yıldızlara Dönüş ve dahi, Tohum ve Evren isimli numune kitaplar satış hanelerine birer artı daha eklediler. 1970'li yıllarda ateizm ile eşanlam ifade etmeye başlayan Danikencilik, pek fazla çeşnisi olmayan yaşamlarımıza bir kaçış kapısı daha aralamayı başarmıştı; gerçeklerin tekdüzeliğini zorlayarak. Sonra, 12 Eylül darbesiyle bir virgül atılıp soluk aldırıldı anarşiye, çeneleri arasına asker süngüsü dayandı enflasyon canavarının ve çiklet ideolojileri günleri geldi; içerisinde Daniken'in hayli büyük bir yer edindiği.

Çoğumuzun bildiği gibi Daniken'in savı; dünyanın arkaik çağlarında uzaydan gelen ziyaretçilerin biz gariban insanoğlunu irşad etme çabaları sarfetmeleri ve sonraki yüzyıllarda bu çabaların, herşeyi bozan, ucuzlatan ve gerçekliğinden uzaklaştıran bizler tarafından tanrı veya melek isimleriyle kutsallaştırılmalarıydı. Daniken elini attığı her efsaneden, geçmiş her uygarlıktan, hemen her tarihi belgeden dünyamızın tarih öncesinde uzaylı yaratıklar tarafından ziyaret edildiğine ilişkin bir delil çıkartmayı başarıyor, sözünü ettiği konular hakkında çoğu kaynağı inceleme şansımızın olmadığı gerçeğinden güç alarak atıp tutuyordu. Gerçekten de, o günlerde Daniken'in diline doladığı Hint efsaneleri, vedalar, Mısır Piramitleri, Ölüler Kitabı, Güney Amerika Uygarlıkları, Aztek Piramitleri, Paskalya Adası Heykelleri, Sümer Destanları, vb. hakkında Türk okurunun ulaşıp, Daniken'in savlarını sınayabilecekleri kaynaklar henüz yayımlanmamıştı. Anlaşılan o ki bu sınama evresinden geçebilecek pek fazla yabancı okur da yoktu ki, kitapları dünyanın her yerinde milyonlarca satıyordu.

İşte bu günlerde, Daniken okunan hemen her yerde olduğu gibi ülkemizde de, kendi yaşadığımız topraklar ve bu topraklarda varolmuş kültürlerden geride kalanlar içinde benzer "uzaylı ziyaretçi" öğeleri aramaya başlayanlar oldu. Hatta bu akıma kendini kaptıranlar arasında şimdilerde önemli bir isim haline gelmiş, Bir Levantenin Beyoğlu Anıları, Dehşetin Kapıları, İstanbul Gizemleri gibi kayda değer eserlere imzasını atan bir Türk vatandaşı Giovanni Scognamillo da yer alıyordu ve şaşılası bir başarıyla kaleme aldığı Uzaydan Geldiler isimli kitabıyla Daniken'in araladığı kapıyı biraz daha iteliyor, 17 baskı yapmayı başarıyordu.

Eh, bu azim ve kararlılık içerisinde bize de pay düşüyordu tabi... Netekim, araştırmalarımız semeresini verdi! Lakin yaşamın gerçeklerine geri dönmek için yapılan acil çağrılar içerisinde zamanın unutturduğu, kişisel tarihimizin nadiren dönüp de yokladığımız sayfaları arasında yitti gitti Abartman patentli bulgularımız. Taa ki geçenlerde, Şeb'i Aruz Kutlamaları'nın Konya'da yapıldığı ve birkaç gün önce de Uluslararası UFO Kongresi'nin 1999 Şubat'ında İstanbul'da yapılacağı haberlerine kulak misafiri oluncaya kadar.

"Alakaya çay demlemek" deyimini severim netekim!

Hürriyet Yayınları'nın Büyük Klasikler Serisi içerisinde yayınlanmış bir kitap bulgularımızın temel taşı: Ahmet Eflaki'nin Ariflerin Menkıbeleri (Manakib al-Arifin). Basım tarihinin 1973 oluşundan da anlaşılacağı üzere 80'li yıllarda bir sahaftan edinmiş olmalıyım. Mevlânâ, Şems Tebrizi gibi islam tasavvufuna ismini yazdırmış ulu kişiler hakkındaki söylencelerin derlendiği bir kitap Ariflerin Menkıbeleri. Yazarı, 13-14. asırlarda yaşamış bir zat; Ahi Natur'un oğlu, Bedreddin-i Tebrizi'nin öğrencisi, neredeyse Mevlânâ'nın çağdaşı (Mevlânâ 30 Eylül 1207,  Belh doğumlu).

İçerisinde öyle satırlar var ki, bir Danikencinin balıklama atlayacağı kadar değerli imgelerle süslü. Eee biz, balıklama değilse bile çivileme atlamışız zamanında.

Aşağıdaki alıntılar Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin uzaylılarla bağlantı halinde olduğuna yorulabilir pekala... Varın, siz karar verin.

1. Mevlânâ hazretleri beş yaşında iken çok defa yerinden sıçrar ve heyecan geçirirdi. O derecede ki, Bahâ Veled'in müritleri onu ortalarına almak zorunda kalırlardı. Çünkü onun gözlerine gayb âleminden ruhanî suretler ve görünmeyen gizli şekiller görünürdü. Yâni gelenler meleklerdi (insanların iyi ve kötü amellerini yazan melekler), mümin cinler ve Tanrı kubbeleri altında bulunan velilerdi. (age, s: 155)

Tanrı Kubbeleri anahtar bir tanım. İlerideki alıntılarımız bu tanıma açıklık kazandırıyor.

2. Hikâye: Şeyh Bedreddin-i Yavaş-i Nakkaş el Mevlevî şöyle rivayet etti ki: Ben sultan Veled hazretlerinden işittim, dedi ki: "Bahâ Veled'in mübarek el yazısiyle bir sahifede: Belh'te, benim Celâleddin Muhammed hazretleri altı yaşında iken cuma günleri bizim evlerin damları üzerinde dolaşır, daima Kur'an okurdu. Belh'in büyüklerinin oğulları da her cuma hazır bulunur, onunla sohbet ve ülfet ederler, namaz vaktine kadar onun yanında kalırlardı. Bir gün onların arasından bir çocuk ötekine: "Gel de bu damdan öteki dama atlayalım." der ve bunun için bahse tutuşurlar. Mevlânâ hazretleri gülümseyerek: "Ey kardeşler! Bu türlü hareketi, kedi, köpek ve diğer canlılar yapar. Yüceltilmiş insanın böyle şeylerle uğraşması yazık olmaz mı? Eğer ruhani kuvvetiniz ve candan isteğiniz varsâ, geliniz göklere uçalım ve Melekût âleminin menzillerini dolaşalım" diye cevap verdi ve hemen o anda o topluluğun gözünden kaybolmağa başladı. Çocuklar bu hal karşısında feryat edip çığlık kopardılar. Nihayet halk o hale muttali oldu. Biraz sonra Celâleddin'in rengi uçmuş, mübarek vücudunda da bir değişme olduğu halde tekrar döndüğünü gördüler. Bütün çocuklar başlarını açtılar, yüzlerini onun ayağı toprağına sürüp mürit oldular. Mevlânâ buyurdu ki: "Sizinle konuştuğum o anda yeşiller giymiş bir cemaat beni sizin aranızdan aldı, feleklerin tabakaları ve göklerin burçları etrafında dolaştırdı, ruhlu âleminin görülmemiş şeylerini bana gösterdiler. Sizin çığlığınız kulağıma gelince tekrar beni buraya getirdiler." diye yazılıydı. (age, s:155)

Son alıntı Mevlânâ'nın Şam'a yaptığı bir seyahat sırasında Halep şehrinde konaklaması ve o sıralarda Halep ülkesinin hükümdarı olan Kemaleddin b. al Adîm'in başından geçen olayı anlatıyor.

3. Hükümdarın bazı yakınları, öğrencileri ve başkaları kıskançlıkları ve inkârları yüzünden onun Mevlânâ'ya olan teveccühünden usandılar. Aynı zamanda medresenin kapıcısı da Tanrı'nın Mevlânâ Hazretlerine yakınlığından habersizdi. Birçok defalar hükümdarın naiplerine: "Mevlânâ gece yarısı hücresinden çıkıp kayboluyor, nerelere gittiğini de bilmiyorum. Asıl şaşılacak şey de medrese kapısını kapalı buluyorum. Artık bu, nasıl oluyor aklım ermiyor." diye şikâyet etti. Kemâleddin padişah, o kıt anlayışlı noksan insanların dedikodusundan tereddütte kalıyordu. Nihayet bir gece kapıcının hücresinde saklanıp durumu anlamak istedi. Gece yarısı olunca, Mevlânâ hazretlerinin kendi hücresinden çıkıp yürüdüğünü gördü. Mevlânâ medresenin kapısına gelince kapı kendiliğinden açıldı ve o dışarı çıktı. Kemaleddin padişah yavaş yavaş onun arkasından yürüdü. Mevlânâ şehrin kapısına gelince, bu kapı da öteki kapı gibi kendiliğinden açıldı ve o dışarı çıktı: Böylece Halil-ur-Rahmân Mescidi'ne kadar gittiler. Kemâleddin baktı, gayb âlemine mensup yeşiller giyinmiş insanlarla dolu beyaz bir kubbe gördü. Bütün ömründe onlar gibi nurlu insanlar görmemişti. Onların hepsi Mevlânâ hazretlerini karşılayarak baş koydular. Kemaleddin o heybet karşısında kendinden geçti. (age, s:156-157)

Yaa, dostlar!.. Bir zamanlar, maziye bak, çocuklar gibi şendik. Taa ki Daniken, kafamızdaki yerini Dankeden'e bırakıncaya değin!

Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git