M. Kemal'i Öldürmek
Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git

M.Kemâl'i öldürmek...

Kalem: Büyükbaba

91 yıl, İslam devletinin başında halifelik makamına sahip olmuş Emeviler, hiç kuşkusuz İslam'ın can düşmanlarıydı. Hilafeti ele geçirmedeki zafer, içlerindeki kini kurutmaya yetmedi elbet. Kinleri hala öylesine sıcaktı ki Emevî saltanatının kurucusu Muaviyenin annesi Hind, Hz. Muhammed'in amcası  Hamza'nın şehid düşmüş bedeninden ciğerini çıkartıp çiğ çiğ yemeye kadar vahşete vardırdı işi, intikamın serinletici duygusunu yaşamak hevesiyle. Kuşkusuz, Emevilerin yaptıkları İslam ile bağdaşmıyordu ve kuşkusuz, şu günlerde Mustafa Kemâl'in kişiliği ve Atatürk'ün kavram olarak bu millete ifade ettiği değer üzerinde oynanmaya çalışılan oyun da bağdaşmıyor İslam ile.

Kimi, saklandığı yerden fırlayıp, ``piç" diye bağırdıktan sonra sıçan deliğine geri kaçıyor hemen... Kimi, ``Zaten işgal sırasında İngilizlerden iş istemişti, tüm amacı yüksek makamlara gelmekti" iftirasını savuruyor. Kimi, ``Sahip olduğu servet nereden geldi?" diye sorup,  Müslüman halkların kurtuluş savaşı sırasında külçelerce altın gönderip Türk'e verdikleri sözde desteğin M. Kemâl'in zimmetine geçirildiğini geveliyor ağzında utanmazca. Kimi, ``sarhoş ve kadın düşkünüydü" diyor. Küfür sözcükleri tükürükleriyle karışarak fışkırıyor ağızlarından.

Biraz daha edepli olanları hakaretlerini, eylemlerini sorgulamak maskesiyle gizlemeye çalışıyorlar akıllarınca... Lozan'da, Musul ve Adalar konularına eğilinmediğini, Cumhuriyet ilanını oldu-bittiye getirdiğini, harf devrimini yapmakla hiç de iyi etmediği, milletin geçmişinden kopartıldığını, halifeliğin kaldırılmasının Müslüman dünyası üzerindeki Türk egemenliğinden vazgeçmek anlamına geldiğini, kurulan cumhuriyetin aslında dikta rejimi olduğunu zırvalıyor. Kimi de, tüm bunları tek bir cümle içine toplamayı başararak ``M. Kemâl bir düşün adamı değil, eylem adamıydı" diyebiliyor. Argümanları ilk bakışta etkileyici görünse de, cehaletin at gözlüğü, maskenin altında sırıtıyor.

Küfürbazlar, çocukluğunu kapsayan bilgi boşluklarından yararlanmaya çalışıp, Zübeyde Hanım'ın gayrı meşru bir ilişkisinden doğan çocuğu suçlamasını getiriyor M. Kemâl'e, hatta bunu o kadar çirkin bir lisanla yapıyor ki, hicri 1297-98 yılları arasında genelevde ikamet ettiğini iddia ediyor. Daha da ileri gidip, ``Selanik Asliye Mahkemesi İlam Kararı" diye geçen bir belge bile icat ediyor. Bu metin ile Dr. Rıza Nur'un "Hayat ve Hatıratım" adlı eserinden delil (!) bile getirerek. tarihsel temele oturtmaya çalışıyorlar. ``Ümmet" isimli bir kesekağıdı hammaddesi ise bu uydurmayı ciddiye alıp, basının halkı aydınlatması ilkesini yerine getirirken bar bar bağırmayı da ihmal etmiyor; ``5816 sayılı "Atatürk'ü Koruma Kanunu" kaldırılsın" diye. Kim bilir yumurtlanacak daha ne cevherleri var?!

Sorarız; kim inanır her fırsatta bu ülkenin ve bu ülkede yaşayanların can düşmanı olduğunu ortaya koyan, vatanı parçalamak için and içmiş terör örgütlerine yataklık yapan ve yaptığını her türlü uluslararası nezaket kurallarına aykırı tavırlarla savunan Yunan'ın belge diye sunduğuna? O belgeyi icat ettiren vatansızların çığlık çığlık Kara Ses'ine... Yanıtı duvarlar bile haykırabilir yüzünüze: Vatan Hainleri!

Küfürbazlar, Lord Kinros'un kitabından geçen iki satırı çok severler. Mustafa Kemâl'in Daily Mail gazetesi muhabiri G. Ward Price ile yaptığı konuşmada geçen bir tümce aç kurtlar gibi saldırmalarına sebep olur. ``Eğer İngilizler Anadolu'da sorumluluğu üzerlerine almak niyetindeyseler tecrübeli valilere ihtiyaçları olacaktır." İşte din tacirlerinin ihanetin belgesi olarak pazarlamaya çalıştıkları tümce bu. Her nedense, küfür ehli din taciri savını ileri sürerken aynı paragrafın üstündeki bölümleri es geçmeyi yeğler.

``İktidarı elinde tutan Padişahın, Mustafa Kemâl'i, kadrosu gitgide daralmakta olan Türk Ordusunda önemli bir göreve ataması söz konusu değildi. Oysa, onun yetkisiz olmaktansa herhangi bir görevde bulunması, isteklerini, yani Lord Kurzon'un çekindiği milli ayaklanmayı gerçekleştirebilmesi için şarttı. Acaba İtilaf Devletleri'nden, hele Osmanlı İmparatorluğundan toprak isteğinde bulunmamış olan İngilizlerden bir mevki koparamaz mıydı? Onlar buradayken elde edilecek bir yetkinin, çekip gitmelerinden sonra memlekete yararlı başka yollarda kullanılabilmesi pekala mümkündü."

Bu nedenledir ki bu adamlar dindar değil din taciridir; ellerinde olanın içinden seçme yapar, kendilerine göre ``malın iyisi" olanı allayıp pullayıp vitrine koyar, işlerine yaramayanı, kazanç getirmeyecek olanı gözden ırakta kilit altında tutarlar. Vay vitrinin cazibesine kapılıp küfür ehlinden olanların haline!

Oysa öte yandan İtalyanlar, gerek Loyd George'un Yunanlıları destekleyişinden duydukları rahatsızlık nedeniyle, gerekse; Osmanlı'nın bölünmesi için müttefikleriyle işbirliğini kabul etmiş olmalarına karşın olası bir başarısızlık durumunu öngörebildikleri için, ileride, milliyetçilik hareketlerinin lideri olabilecek kişilerle arayı iyi tutmayı çalışmışlar, milli bir hükümet kurma çabaları konusunda Mustafa Kemâl'in ağzını aramışlar ve doğrudan doğruya destek önerisinde bulunmuşlardır.

Görülen odur ki; bir kurtlar sofrasıdır bu. Bu sofrada sağ kalmak ve uzaktaki hedefe adım adım yürümek için kurt olmak gerekir belki de... Ne ilginç bir tesadüftür ki, H.G. Armstrong, sık sık zamanı, mekanı ve olayları çarpıttığı, adeta M. Kemâl ile giriştiği kişisel bir savaşı simgeleyen eserine (eğer buna eser demek mümkünse) BOZKURT ismini vermiştir, bu gerçeği bilinçaltında itiraf ederek.

Şüphesiz ki, Atatürk'ün yaptıkları tartışılacaktır. Tartışılmalıdır da. Ancak tarihsel perspektifi tek boyuta indirgeyip, olayları sis perdesi altında gizleyerek bir yerlere varmak isteyenlerin amacı tartışmak değil. Gerçekler de değil.

Geriye gitmek, kendilerine göre yanılışın yapıldığı ana ulaşıp düzeltmek istiyorlar ise biz de geriye doğru gitmeyi ve geçmişi sorgulamayı biliriz elbet.

Kimse Arabistanlı Lawrens ile işbirliği yaparak, yüzyıllarca İslam'ın bayraktarlığını yapmış Osmanlıyı arkadan vuranın kim olduğunu sormuyor. Kimse, Müslüman halkların çıkarları için bir tek Türk'ün bile yaşamadığı yerlerde yüzbinlerce Türk evladının akıttığı kanın hesabını da sormuyor. Kim, Herşeyini savaş ve yağma ekonomisi üzerine kurmuş bir devlet olan Osmanlı'nın çağdaşlarının gerisinde kalışını sorguluyor? Kim sorguluyor, Türkmen denilen ve Alevi bilinen boyların Osmanlı'daki pozisyonunu? Ya Kuyucu Murat Paşaları, ya Padişah uşağı Şeyhülislam fetvalarını kimler sorguluyor? Kimsenin aklına, Türklerin Mısır'da ne aradığı, Memlük (Kölemen) Devletini nasıl olup da kurduğu, yüzyıllarca Arap Aleminin Yeniçerileri rolünü nasıl benimsediği, Şamanizm gibi insan ve doğa sevgisiyle dolu bir inanıştan, kadın erkek herkesin eşit olduğu, doğadaki tüm varlıkların kardeş bilindiği, sosyal örgütlenmede eşit paylaşımın temel alındığı dünya görüşünden Türk'ün nasıl olup da gönül rızasıyla İslam'a geçirildiği gelmiyor.

Kuşkusuz bu sorular akıllarında. Ama yanıtlar işlerine geliyor mu bakalım?! Ne kadar örtebilirler ve daha ne kadar balçıkla sıvamaya çabalayacaklar gerçeği?

Tüm bu çabalar bir tek amaca yönelik. ``Ne mutlu Türküm diyene!" sözünün anlamında birleşen bu milleti çözmek. Bu söz, çağlar boyu bir arada yaşayanların, yukarıda sıralanan soruları unutmak ve yanıtlarda ismi geçen failleri affetmek büyüklüğüyle, artık tek bir değer altında birleşmesini simgeliyor. Ve yanıtları örtenlerin amacı, bu milleti küçücük, mimiminnacık lokmalara ayırıp yutmak! Yapmak istedikleri içsel olarak son derece mantıklı ve tutarlı. Birleştirici unsuru; zamk'ı ayrıştırmak, manevi varlığını yok etmek! Mustafa Kemâl'i öldürmek!

Biliyorlar ki; bu amaca ya şimdi ulaşırlar ya da asla. Işık, 21.yüzyıla giren dünyaya kapılarını açmış bir Türkiye'ye yeni yeni sızmaya başlamışken durdurulamazsa asla durdurulamaz, biliyorlar. Alaca karanlığın yanıltıcı gölgelerinden yararlanmaya çalışarak saf yüreklerimize akıtmaya çalıştıkları zehirin etkisini yok edecek  panzehir  bilgidir.

Eğer ki gönlünüzden, düşüncelerinizden Atatürk'ü çıkartmaya çalışan olur, ve eğer ki, aklınızın o yana kaymaya başladığını farkederseniz, o zaman son kararı vermeden önce lütfen tüm olayların belgelerle anlatıldığı, tam bir devrim tarihi niteliğinde olan NUTUK'u tekrar okuyun. Göreceksiniz ki, son bölümünde yer alan Gençliğe Hitabe yeniden anlam kazanacak ve düşüncelerinizi örten kara bulut dağılacak. Delalet ve hıyanet içinde olanların öfkeli çığlıklarının kaynağı bir daha duyulmamak üzere yitip gidecek...

Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git