Mussolini Çocukları
Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git

Mussolini Çocukları

Kalem: Sufi

Dünya tarihi , değişik dönemlerde pek çok lidere tanıklık etmiştir. Bunlardan kimileri, ulusunun geniş desteğini alarak, topraklarını düşmana karşı savunmuş, büyük kahramanlıklar göstermiş;savaş sonrası da devletini ve milletini kalkındırmak için çabalamıştır. Ve kimileri de boş hayaller peşinde, halkını aptalca bir maceranın peşinden sürüklemiş, sonları da kocaman bir hüsran olmuştur.

Yukarıda bahsettiğimiz liderlerden, ilk gruba girenlerin başında kuşkusuz Atatürk gelir. Bu konuda yalnız biz değil, bütün dünya aynı görüşü paylaşmaktadır. O bir deha idi. Onu deha yapan pek çok özelliği vardı. Savaşta, ordularının güçlü ve zeki komutanı, büyük bir stratejist ve kahraman bir askerdi. Çanakkale savaşları sırasında tümenine gönderdiği bir emir aynen şöyledir: ``Düşmanın siperlere yapacağı piyade, makineli tüfek, topçu ve bomba ateşleriyle veya bundan başka herhangi bir vasıtayla, hangi etkiyi yaparsa yapsın, yerini bırakan, siperini boşaltan askerden hangi rütbede olursa olsun bütün subaylara kadar, o anda orada bulunan üstü tarafından idam edilecek ve neticesi bana bildirilecektir."

O, kazandığı zaferden sonra nerede duracağını çok iyi bilirdi. Hemen yendiği düşmanla bir barış anlaşması yapar, böylece diğer düşmanlarına rahatça dönebilirdi. Misak-ı Milli sınırlarını korumak için savaşmış, ona inanan ulusu ile birlikte ``yedi düvele" karşı başarıya ulaşmıştır.

Bu satırları yazarken, bir yerlerde okuduğum ve not ettiğim şu cümle aklıma geldi. ``Kurtuluş Savaşı'nda Anadolu, yedi düvele karşı mücadele verdi, şimdi PKK, o yedi düveli arkasına alıp, Anadolu'ya karşı savaşmak istiyor." Aslında bu savaş şu anda sürüyor.

Yeniden o büyük deha Mustafa Kemal ATATÜRK'e dönersek, yalnız savaşta değil, kazandığı büyük zaferlerin ardından, yaptığı devrimlerle barış döneminde de genç Türkiye Cumhuriyetini ileriye taşımıştır.

Bu konuda Erdal Atabek bir yazısında şöyle diyor : ``Atatürk'ün büyük strateji ustalığı, neyi, ne zaman, kimlerle, nerede, nasıl ve neden yapacağını bilmesidir…Yazı devrimi, kıyafet devrimi, eğitim devrimi, tarihten güç alan büyük bir kültürü kurmanın, geliştirmenin dehaya özgü başarılarıdır…Atatürk, düşünür, politisyen, stratejist, taktisyen, duygularını yöneticisi olarak gerçek bir dahidir. Her dahi lider değildir. Akıllı sabır, güçlü irade, sarsılmaz kararlılık; bu üç özellik aynı zamanda `` lider `` özellikleridir. Atatürk büyük bir liderdir."

Bu ``dahi"lerin yanında bir de ikinci grupta yer alan ``deli"ler vardır. Hitler gibi, Mussolini gibi…Hitler bir deliydi ama az da olsa liderlik özellikleri vardı. Koca bir dünyaya kafa tutmuş, bir noktaya kadar da başarıya ulaşmıştır. Ya Mussolini…O ``Hitler'in Çiko'su" olmak dışında ne yaptı? Sahibi ne derse harfiyen yerine getirmekten başka !

Bir nalbandın oğlu olan Benito Mussolini, 1912'de girdiği sosyalist partiden 1914 yılında atıldı. Sosyalist olamayınca faşist olmaya karar vererek 1919'da ilk faşist topluluğunu kurdu. Eski Roma'nın şaşaalı dönemini yeniden yaşatmak hevesine kapılmıştı. 1922'de faşistler adamakıllı güçlendiler. O zamanki İtalyan hükümetini korkutacak hale geldiler. Kral III. Vittorio Emanuele faşistlerle başa çıkamayacağını anlayınca, idareyi Mussolini'ye bıraktı. Mussolini böylece, zahmetsizce İtalya'nın başbakanı oldu. Millete boş bir gurur aşılamaya, bu arada savaşçı ve saldırgan bir akım yaratmaya çalışıyordu. Sağa sola sataşmaya başladı.

O yılları Hasan İzzettin Dinamo ``Kutsal Barış" kitabının dördüncü cildinde şöyle anlatmış :

``1926' dan beri Mussolini, durmadan Anadolu ile Türkiye lokmasiyle uğraşıp duruyordu. Eski Roma İmparatorluğu'nun bir ara Anadolu'da egemen olmasını bir hak bilen Mussolini, burayı yine ele geçirmeyi kafasına koymuştu. Ancak, Gazi'nin bir kez daha çizmelerini giyeceğini bildiğinden, bu sözün de Mustafa Kemal'in ağzından çıktığını da işittiğinden (Zira Atatürk bir seferinde `` Makarnacı bana bir kez daha çizmelerimi giydirmesin `` demiştir.) umudu kırıktı. Yine de Afrika'nın zayıf ülkelerinden birini, şimdiye dek sömürge olmaktan nasıl olmuşsa kurtulmuş birini, şavullayıp orası için hazırlık yaptığı sırada, erek Türkiye imişcesine konuşmalar yapıyor, Anadolu'da can veren yüz binlerce Yunanlı'nın serüvenini bilen İtalyan askerlerinin canını sıkıyordu. Hiçbiri Mustafa Kemal'in çizmeleri altında ezilmek istemiyordu….Bunu Mussolini de biliyordu. Ele geçirmeye hazırlandığı Haile Selasiye'nin ülkesini gözlerden saklamak uğruna sık sık Antalya kıyılarının güzelliğinden söz ediyordu….Hele 1926'da tehlike öyle yakın görünmüştü ki birkaç sınıf askerimiz birden silah altına alınmış, düşmanın gelme olasılığı olan Antalya bölgesine iletilmek üzere hazırlanmıştı…Eski Roma'nın fetih siyasetini güderek, kaynayan bir pislik kazanına benzeyen faşizmin eli yabalı zebanilerini bağımsız ülkelere saldırtmak, böylece çıkmazdan kurtulmak istiyordu. Faşizm, durmadan genişlemek, yemek, büyümek, şişmek isteyen bir cehennem canavarıydı. Vaktiyle, 1919'da Mustafa Kemal'in hayranı olarak, İtalya'daki ilerici güçlerin üzerine yürüyüp onları perişan eden Mussolini, şimdi, Mustafa Kemal'in bağımsız ülkesine göz dikmişti… Mussolini'nin iştahı durmaksızın Antalya'nın portakal bahçelerine uzanıyor, ikide bir Anadolu'nun fethine çıkılacağını bildiren nutuklarıyla, İtalyan faşizminin ağzını sulandırıyor, onlara moral veriyor, beri yandan da Gazi'nin ağız dolusu sövüntülerine erek oluyordu. Mussolini, bir zamandan beri on iki adaların birtakımına asker yığıyor, (1903'te İtalyanlar'ın işgal ettiği adalar Lozan'da da İtalyanlar'a verildi. II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar'ın Yunanistan'ı işgal etmesi ve savaşın sonunda bu ülkenin yenilmesi sonucu, savaş tazminatı olarak Yunanistan'a verilmiştir.) bu yüzden de Türkiye'de kuşku uyandırmaktan uzak kalmıyordu…Son günlerde Rodos'a İtalyan yığınağı yapılması, Paşa'nın bütün sinirlerini ayağa kaldırmıştı. Mussolini'nin, Türkiye'yi şakacıktan bile olsa tehdit eder görünmesi, kalın dudaklı esmer Sezar taklitçisine karşı onda büyük bir tiksinti uyandırmıştı."

Yine aynı kitapta yer alan bir öykü günümüz siyasetçilerine ve özellikle hariciyecilerimize ders oluşturacak niteliktedir :

Atatürk Ankara Palas'ta, bazı elçilere verilen yemeğe katılır. Yemekte Arnavutluk elçisi Asaf'ın yanına oturur. Öykünün geri kalanına Hasan İzzettin Dinamo'nun kaleminden devam edelim :

``…İlkin Arnavutluk Elçisi Asaf'a takıldı. Arnavutluk'ta Kral Zogo, küçük ülkesindeki Cumhuriyeti krallığa döndürmüştü. Paşa, bu yüzden Zogo'ya çok içerliyordu…Bu düşüncelerini açığa vurmak üzere Asaf'a şöyle dedi :

- Asaf bey, gazetelerde birtakım resimler görüyorum. Arnavutluk'ta operet mi oynanıyor?

Elçinin usuna hemen Kral Zogo'nun sorguçlu resimleri geldi. Demek ki Paşa bunları anlatmak istiyordu. Asaf, Paşa'ya hiçbir yanıt veremedi. Bunun üzerine, Paşa sözünü şöylece sürdürdü .

- Cumhuriyetten ne zarar görüldü ki, Arnavutluk'ta krallık ilan edildi? Hem izlenen politika da tehlikelidir. İtalya'nın Arnavutluk'u Balkanlar'da bir basamak yapması olasılığı vardır.

Atatürk, bu sözleri, bütün masadakilerin işitebileceği bir sesle söylemişti. Hepsi, çatallarını, kaşıklarını bırakmış, Atatürk'ü dinliyordu. Paşa'nın bu sözleri ilk önce İtalyan elçisini çarptı. Sinirli bir davranışla Paşa'yı protesto etmek istediyse de o, sözlerini şöylece sürdürdü:

- Haber aldığıma göre, Roma'da kimi öğrenciler bizim elçiliğimizin önünde gösteri yapmışlar. Antalya'yı istemişler. Antalya sigara paketi midir ki, elçi, cebinden çıkarıp atsın? Antalya, buradadır, buyrun alın. Hem benim bir önerim var: Gerçekten böyle bir şey düşünülüyorsa Mussolini cenaplarına müsaade edelim. Antalya'ya asker çıkarsınlar. Bütün çıkarma bittiğinde savaşalım. Yenilen hakkına razı olur.

İtalya elçisi sinirli bir davranışla atıldı:

- Ekselans bu bir savaş ilanı mıdır?

Atatürk:

- Hayır. Ben burada bir birey olarak konuşuyorum. Türkiye'de savaş ilanı ancak Büyük Millet Meclisi'nin yetkisi içindedir. Ancak, unutmayınız ki, gerektiğinde Büyük Meclis Türk ulusunun duygularına tercüman olmakta gecikmez."

Kitaptaki bir başka öykü ise şöyle :

``Türkiye üstüne saygısızca nutuklar çektiği bugünlerde bir yabancı diplomat, Mussolini'ye Atatürk üstüne izlenimlerini sordu. Faşist diktatör şöyle dedi :

- Gece gündüz içer, başka şey bilmez.

Günün birinde bu diplomat, Atatürk'le Çankaya'da karşılaştı. Bu kez Paşa'ya Mussolini üstüne izlenimlerini sordu. Atatürk şu yanıtı verdi :

- Mussolini zeki adamdır. Yalnız sarhoşlardan çok korkuyor.

Gerçekten de korkak Mussolini bir daha Türkiye'nin adını ağzına alamayacak gidip Habeşistan'ın (Etiyopya) kaval tüfekli, yalınayak, zavallı ordusunun üstüne yürüyerek kolay bir zafer elde edecektir.

Mihver devletlerinden biri olarak, Almanya ve Japonya ile birlikte, İtalya'yı II. Dünya Savaşına sürükleyen Mussolini'nin sonu, hezimete uğrayınca, bir ipin ucunda günlerce sallanmak olmuştur.

Yanlış politika ve akılsız politikacıların İtalya'yı, yakın bir geçmişte ne kadar komik ve aciz durumlara düşürdüğünün bugün çabucak unutulmuş olduğu görülüyor. Ulusal meclislerinin kapılarını eli kanlı katillere açanlar kendi ellerini de kirlettiklerinin farkında değiller. Eğer amaçları Sevr'i hortlatmak, Kuzey Irak'ta kurulmak istenen sözde kürt devletinin oluşumuna yardımcı olmak ve bir punduna getirip Antalya ve Hatay topraklarına sahip çıkmak ise, bir zamanlar kendilerini gaza getiren `` aklıevvel" in başına gelenleri bir daha düşünsünler. Aşağılık bir katile sahip çıkarak ona sığınma hakkı vermek isteyenler, o katilden daha aşağı seviyeye inmiş olurlar.

Akıllı olun makarnacılar, şu mafyadan kurtulasıya kadar neler çektiniz? Bir de PKK pisliğine bulaşmayın …

Üst Düzeye Çık Sonraki Başlığa Git