Eveeet.. Yeşil Makine tarihin hiç okunmayacak sayfalarındaki yerini alırken, geriye kalanlar için müzik serüveni elbette sürüyordu.

Teoman, Hakan ve Muzaffer artık Basın Yayın Yüksek Okulu'nun en sevilmeyen simaları arasında yerlerini almışlardı. Çalışmaları dinlemeye gelenleri kaçırmak için daima etkili olan "çoook uzun süren akort yapma numarası"nın da bunda etkisi yok değildi tabi. Ama bu sırada çalışmaları ısrarla dinlemekte direnen bir sima ekibin cevresinde dolanmaya başladı. Yaptıkları müziğin, henüz gürültü aşamasından yeni yeni kurtulduğu ve artık icra değil beste çalmaya başladıkları dönemlere denk gelen zamanlardı bu dış mihrakın ilgisinin üzerlerinde yoğunlaştığı günler.

Giderek müzik üretiminde Teo ve Hakan'ın yakınlaştığı, Muz'un ise uzaklaşmaya ve kendi yolunu aramaya başladığı günlerdi aynı zamanda. Teo ve Hakan, sözlerini kendi yazdıkları, bestelerini kendi ürettikleri bir müzik anlayışının coşkusunu, yaratma işinin heyecanını iyiden iyiye yaşamaya başlamışlardı. Muz ise, gerek eski arkadaşı Levent'in ekipten ayrılması gerekse, yaşamaya başladığı yeniden aydınlanma aşamasının etkisiyle artık, ev halkından biri olmak yerine karşı komşu durumuna çekiliyordu gitgide. Yine de, desteğini eksik etmiyordu çalışmalardan.

İşte tam bu sıralarda, yine bir şarkılı türkülü sınıf eğlencesi sırasında, çalan gitarlara, gerilerden bir bağlama sesinin eşlik etmeye başladığı duyuldu. O ısrarcı dış mihraktı bağlamayı tıngırdatan. Şaşkınlık yaratıcı bir kaynaşımdı bu.

1960-70'lerdeki Anadolu Pop akımının patlayıp, toplumdaki işlevini tamamlayarak silinip gitmesi ile Yeni Türkü'nün benzer bir tarz ama farklı bir yaklaşımla ortaya çıkması arasında bir dönemdi ve bu kaynaşım, inanılmaz sıcak, çok eski, unutulmuş bir sevgilinin yeniden karşınıza çıktığı an içinizde hissettiğiniz buruk coşku gibi biraz da hüzün kokan bir tad içeriyordu. O andan itibaren, onun tercihi sorulmadan ekibe dahil oldu Balo.

Artık, Yeşil Makine dönemi tamamen kapanma noktasına hızla yaklaşmakta ve o zamanlar için garip bir bileşim olan iki gitar, bir bağlamanın simya vari etkisini koklayan EğriBüğrü dönemi başlamaktaydı.

Muzaffer'in kesin kopuşundan hemen önce, stüdyo araçlarının sound'u nasıl etkiliyebildiğinin öğrenildiği bir kayıt yapıldı okulun radyo stüdyosunda. 5-6 özgün beste ve herhalde tarihte ilk defa bağlamanın eşlik ettiği bir Beatles parçası (I've just seen a face) kaydedildi. Bu aynı zamanda, EğriBüğrü'nün ayakları üzerinde doğrulmaya başladığının kanıtıydı. Bu durum, yine okul çerçevesinde verilen, birkaç yerel gazetede de sözü edilen ilk EğriBüğrü konseriyle pekiştirildi.

Muz davulu sattı ve müzikle ilgisini jazz platformuna kaydırdı. Diğerleri hız sınırını zorlayacak biçimde müzik uğraşılarına gömüldüler iyice.

Mehmet Ali Balo, ekibe dahil olduğu andan itibaren, Anadolu'da Badeli Aşık denilen, erenler den rüyasında bağlama çalıp deyiş söylemeyi öğrendiğine inalınan halk ozanları gibi Hakan ve Teo'nun ürettiği hemen her besteye kendinden doğaçlama ezgiler katmaya başladı. Müzisyenler birarada doğaçlama yaptıkları zamanlarda hissedilen doyumu çok iyi bilir.. Bu halet'i ruhiyenin bir an için yakalanması bile yaratma coşkusunda patlamalara yol açar. İşte, bu coşku 3 yıl süren ve bağlamanın eşlik ettiği etmediği yaklaşık 70 küsür bestenin üretimine yakıt oldu.

Rock temalarından halk türkülerinde işlenen ezgilere kadar çok geniş bir düzleme yayılan ürünler öylesine paldır küldür, hesapsız kitapsız geliyordu ki sayılarının bir günde 2-3'u bulduğu oluyordu bazen.

İyi giden her işte olduğu gibi, yaşamın dengeleyici unsurları devreye girdi ve istenmedik gelişmeler bu sıralarda EğriBüğrü'nün kapısını tıklattı. Hakan yaklaşık bir yıl boyunca teşhis konulamayan rahatsızlığının tanılanmasıyla birlikte tedavi olmak zorunda kalarak çalışmaları geçici bir süre sekteye uğrattı. İyileşme sürecinde müzik ve bu müziği birlikte ürettiği insanların dostluğu ölümcül yaralarının kolayca kapanmasına yardımcı oldu ama, ölüme bu denli yakın olmak, hatta Bob Dylan'ın deyişiyle "Cennetin kapılarını çalmak" bir bilinç değişiminine neden oldu Hakan'da. Zaten uzak doğu felsefelerine olan ilgisiyle bu değişime oldukça hazırdı. O güne değin "önemli olan şeyler" cerrah neşterinin vucudunda açtığı büyücek bi yarığın kısa bir süre aralık kalmasını fırsat bilip bedeninden dışarı kaçmışlardı adeta. Artık, şöhret, para, insanlar tarafından umursanmak o kadar da önemli değildi. Yalnızca huzur..

Tabii ki bu değişim, bu hırs yoksunluğu EğriBüğrü'nün topluma açılma çabalarına önemli sayılabilecek bir darbe oluşturuyordu. Artık, bu amaçla yapılabilecek her girişimde Teo'nun Hakan'ı kulağından çekerek yönlendirmesi gerekecekti. Teoman, haklı olarak emek verdiği şeyin karşılığını ellerinde tutmak istiyordu. Balo ise büyük şehirde kendine yeni bir yaşam kurmak zorunda olan "Anadolu Çocuğu" olarak geçimini, eğitimini aldığı işte yani Basın alanında çalışarak sağlamak zorundaydı. En azından, serüven peşinde koşacak maddi olanaklara sahip olmamanın baskısı altındaydı.

EğriBüğrü'nün de sonu görünmüştü kısacası. Okuldan mezuniyet, dostlar arasına fiziksel uzaklığın girmesini beraberinde getirerek kaçınılmaz sonu zaten hazırlayacaktı.

1985 Haziran'ı herşeyin yepyeni olması gereken "bir başka yaşam"a iteledi tüm mezunları olduğu gibi EğriBüğrü'leri de. İş hayatı dostların önünde, "başka" mücüdelelerle dolu bir kavşak olarak duruyordu. Bu dörtyol ağzında Balo, üzerinde "Anadolu Ajansı" yazan doğrultuya yönelirken, Hakan ve Teoman "TRT" tarafına saptılar. Böylece EğriBüğrü "dümdüz" oldu...

 

Yeşil Makine Eğri Büğrü Öteki ve Diğeri Muska
Ana Sayfa