30 Yıllık Muamma
giris

1 Şubat 1999 / Sayı: 15

 Başyazı
 İşkampavya
 Kadının Yeri
 Muamma
 Diyarbakır
 Grafiti 1

Kalem: Yazman

AYNIYLA VAKİDİR...

TARİH: EYLÜL 1969 

YER: EĞRİDİR

Yeşilin yetmiş tonunun birbiriyle dansettiği, sulak ve bereketli  bir yerdi BAĞLAR mahallesi, hala da öyledir. Eğridirlilerin yazlık olarak kullandığı bu mekanda, her çeşit meyve ve sebze yetişir, asmalar ağaç dallarına sarılarak büyürdü. Akşamları kandil ışığında halı dokunan, geceleri ateşin etrafında masallar anlatılan, oyunlar oynanan bağlarda, gerçekle masal içiçe yaşanırdı. Ya da biz öyle inanırdık; çocuktuk; asmaların arasında cinlerle periler saklambaç oynardı. Biz de onları arardık, bulamazdık ama dedim ya, çocuktuk, bilirdik bir yerde saklandıklarını. Sizin anlayacağınız, cennetten aşırılmış bir yerdi Bağlar; Ademle Havva cennetten sürüldüklerinde yanında getirdikleri ısırılmış meyvenin çekirdeğini burada düşürmüşler, onun için burada yetişen meyveler iri ve lezzetliymiş. Bir yer düşünün... Toprağa, ağaçlara, yankı yapan su kuyusuna bile çocuk kahkahaları sinmiş, öyle ki, orada  kimse saat sormaz, akreple yelkovanın hükmü yoktur o coğrafyada, zamanın geçtiğini ancak çocuklar büyüdüğünde, askere gittiğinde, evlendiğinde farkedilir... İşte, buradayız... Bağlar'da.

Otuz yıl sürecek bir bilmecenin başladığı gün; Hacı Bekirler'den Sarhoş Memiş (orada herkes lakaplarıyla anılır ve tanınır) şeftali fidanının dibinde çömelmiş, yarım tabaka cigara bitirmişti. Garip bir durum vardı, bu sene ilk kez meyve veren bu şeftali fidanında hiç yaprak yoktu. Dün akşam ayrıldığında hiç bir sorun yoktu, ama bu sabah geldiğinde özenle yetiştirdiği bu şeftali fidanında tek bir yaprak bile kalmamıştı; ne üzerinde ne de dibinde.

Yanına gelen komşusu Cak Cak Nuri'ye şöyle diyordu:

-Düşmanlık desem düşmanlık değil, ne fidana ne meyveye bir zarar verilmemiş, çocuk işine benzemiyor. Şeftalilerin hepsi dalında, hiç eksik yok. Börtü böcek işi desem hiç değil, acep ne ola ki?

Bu garip durum bütün Bağlar'da duyuldu, bir sürü insan gelip yaprakları adeta buhar olup uçmuş bu şeftali fidanına bakıp yorumlarda bulundular. "Cin işi" dedi birisi. "Fidanın altında yatır vardır" dedi bir diğeri. "Rüzgardandır" diyen oldu. Ancak hiç bir cevap tatminkar değildi. Diğer şeftali ağaçlarının yaprakları dalındaydı. Bu fidanın dibinde dahi düşmüş tek bir yaprak yoktu.

Daha sonraki günlerde, bu garip durum Sarhoş Memiş'i çıldırtacak aşamaya geldiğinde, hocalara, falcılara danışmaya başladı. Ne olmuştu şeftali fidanının yapraklarına? Bir gecede bütün yaprakları yok olan, meyveleri üzerinde çıplak bir ağaç!? Sarhoş Memiş yaşamı boyunca hiç bu kadar güçlü sormamıştı NEDEN ve NASIL sorusunu...

En tatminkar cevap Bağlar Camiinin imamından gelmişti: "Cenabı rabbül aleminin bir hikmeti bu" demişti Sarhoş Memiş'e. "Bu sana bir muştudur. Bak, sen de gençsin, meyve veren bir fidan gibisin, lakin işrete (içki içmeye) devam edersen, meyve versen de bu fidan gibi kel ve çirkin olursun".

İkna olmuştu Sarhoş Memiş. Önce içkiyi bıraktı, sonra namaza başladı. İkna olan sadece Memiş değildi. Birgün bahçeye geldiğinde, yüzlerce çaput gördü şeftalinin dalları üzerinde. Evde kalmış kızlar, çocuğu olmayan kadınlar, hastalar, dertliler çaputa boğmuştu şeftali fidanını. Önceleri karşı çıktı tövbekar Memiş (lakabı da değişti bu arada), bu ilahi hikmet özelineydi, sonraları "sevaptır" diyerek karışmadı, şeftali fidanı türbeye dönmüştü...

Tarih Eylül 1998. Yaz tatilinde uğradım oraya ve öğrendim ki HACI MEMİŞ (son lakabı), hayır ve hasenat ile son otuz yıla müteakip, geçen ay vefat etmiş. Vasiyeti mezarının başına bir şeftali fidanı dikilmesiymiş. İmam efendi "Olmaz öyle şey" demiş. Eski ilahi, kutsal fidan kuruyalı yıllar olduğundan, civardaki tüm ağaçlar üzerindeki çaputları taşıyamaz hale gelmişler. Hatta, çok yakın akrabalarım bile bu kumaş demostrasyonuna katkıda bulundular.

Tarif  edilemez bir buruklukla izledim olanları, otuz yıllık bu muammayı kimse bilmiyordu. Son lakabıyla Hacı Memiş bile bilmiyordu, yaşamının akışını değiştiren bu bilmeceyi. Bir tek ben, bir tek BEN BİLİYORDUM, bu esrarın nedenini, nasılını!... Otuz yıl sakladığım bu sırrı birileriyle paylaşmanın zamanı geldi artık. Bir sır saklamak meğer ne büyük bir yükmüş insan için. Alın dostlarım yükümü sırtımdan, paylaşın sırrımı benimle.

BEN YAPTIM itirafımı bir çığlık gibi duyun kulaklarınızda, BEN YAPTIM, PİŞMAN DEĞİLİM, fırsat olsa YİNE YAPARIM!...

Neden ve nasıla gelince;

Memiş emmi!  Hey, sen de duy beni...

Dokuz yaşındaydım 69 Eylülünde; ırmak kenarında balık tutmaya giderken kestirme diye senin bağından geçiyordum hani. "Bir daha geçersen kırarım bacaklarını" demiştin, taş atmıştın, "DEYYUS" diye bağırmıştın arkamdan. Attığın taş bacağıma gelmişti, kin dolmuştum sana...

Bir sabah gün ağarırken girdim bağına. "Dal kırmak günahtır" demişti babam, "Allah taş eder sonra" Başkasının bağında meyve koparmak da günahtı, Allah gene taş ediyordu. Antalya müzesindeki taştan adamlar gibi olma riski vardı, onun için dokunmadım dalına meyvesine. Çok şükür, yapraklarla ilgili bir günah yoktu. Hepsini yoldum, bir tane bırakmadım. Balık çuvalına doldurup doldurup ırmağa attım.

Gittiğin yerde şeftali ağacı var mı bilmiyorum, ama eğer varsa, oraya geldiğimde onları da yolacağıma emin olabilirsin, çünkü seni hala affetmedim, SARHOŞ! Memiş Emmi. Ancak dallara ve meyvelere zarar vermeyeceğime de emin olabilirsin.

Dediğim gibi, seni hala affetmiş değilim. Bir yerde, bir şekilde GÖRÜŞMEK üzere SARHOŞ! Memiş emmi!...

Not: Otuz yıllık sırrımı paylaşan okurlara teşekkür eder, gözlerinden itina ile öperim.